Öğrencilerde gelecek kaygısı varsa ortaya çıkan ayaklanma da beraberinde gelmektedir. Öğrencinin geleceğini garanti altına almaya çalışırken yaşadığı zorluklar sadece eğitimde yaşanan yetersizlikten kaynaklanmamaktadır. Toplumsal düzende yaşanan aksaklıklar da bu süreci oldukça beslemektedir.

Öğrenci yaşadığı sorunlarla ilgili verdiği mücadelede aslında bulmaya çalıştığı çözüm yolunun üniversitenin içinde olmadığını kısa süre içinde fark etmektedir. Yaşadığı çatışma üniversitenin dışına taşmaya başladığında, rejimin karar alma mekanizmalarını etkilemek konusunda yetersiz olduğunu görmekte ve öğrenciler rejimin tam ortasında yaşadığı mücadeleyi bir noktadan sonra rejimin üzerine taşımaya başlamaktadır. Protestolar başladığında öğrenci, karşısında üniversiteden çok polis ve devleti gördüğünde bu süreçteki rolleri de kavramaya başlamakta ve etkilerini hissetmektedir.

Ve sene 2021… Boğaziçi Üniversite’nde yaşanan olaylar ve gerçekleşen ayaklanmalar, Cumhurbaşkanı kararıyla atanan rektör nedeniyle hızını kaybetmeden devam etmekte ve bundan 60 yıl öncesine dayanan olaylardan çok da farklı bir tablo sunmamaktadır. 

Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Cem Say, seçim kültürünü şu sözleriyle anlatmıştı:

“Eski sistemde üniversite öğretim üyelerinin oylarıyla adaylar belirleniyor sonra YÖK ve Cumhurbaşkanınca elenerek bire indiriliyordu. Boğaziçi Üniversitesi özelinde çok daha demokratik oluyordu çünkü hocalar arasındaki yapılan oylama sonucunda en çok oyu almayan kişi zaten bu süreçten çekiliyordu. Bütün diğer birimlerde de aynı şekilde, kanun ‘Bunlar seçimle gelir’ dememesine rağmen o birimin hocaları arasında oylama yapılıyor. Bu Boğaziçi’nin vazgeçilmez bir geleneği, 100 yıldır faşizm dönemlerini saymazsak bu böyledir.”

Eylemlerde yaşanan tutarsızlık ve akıllarda soru işareti bırakan şey ise, Boğaziçi Üniversitesi’ne atanmış olan ne ilk ne de tek olan rektörün Melih Bulu olmasıydı. Çünkü Melih Bulu’dan önce rektörlük görevini yapmış olan Mehmet Özkan’da yine Cumhurbaşkanı tarafından bu göreve getirilmişti. Mehmet Özkan’dan hemen önce rektör olan isim ise Gülay Barbarosoğlu idi. Fakat Barbarosoğlu Cumhurbaşkanı tarafından atanamayınca rektör yardımcısı olan Özkan göreve gelmişti.  Hatta konuyla ilgili konuşan Özkan, “Kayyum rektör olmadığını ve Gülay Barbarosoğlu’nun rektör olarak göreve devam etmesi gerektiğini düşündüğünü”, belirtmişti.

Mehmet Özkan görevi devraldığında bazı protestolarla karşılaşmıştı ancak bu protestolara karışılmamıştı. Protestolar da uzun sürmemişti. Özkan konuyla ilgili; göreve geldiği ilk gün karşılaştığı protestoları doğal karşıladığını ve rahatsız olmadığını belirtmiş, öğrencilerle bu süreci paylaştığını, kanunlar çerçevesinde, üniversitenin kültür ve geleneğine uygun hareket edeceğini ve kayyum rektör olmadığına dair açıklamalar yapmıştı. Özkan’ın bir mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada, ıslıklarla kendisine tepki gösterilmesi ve kayyum rektör olarak yargılanması AKP ile bağından kaynaklıydı. Bu kaynak ise AKP milletvekili olan ablası Emine Nur Günay’dı. 

Olayların bu noktaya nasıl geldiği ve gittikçe nasıl büyüdüğü tartışılmaya devam ediyor. Kimi eleştirmenler bu tartışmaların Mehmet Özkan ile başladığını belirtiyor. Fakat unutulmaması gereken bir durum bulunuyor. O da Özkan zamanında yapılan protestolar hiçbir şekilde polisin şiddeti ve cezalandırmaları ile son bulmamıştı. 

Peki şimdi ne değişti. 

Neden bu olaya bu kadar tepki gösterildi?

Erdoğan, bir önceki rektöre de benzer eleştiriler gelmesine rağmen neden bu sefer öğrencileri terörist olarak nitelendirip olayları kaba kuvvet ve tutuklamalarla büyütmeye çalışıyor.

Daha da önemlisi; bu eylemler günün sonunda asıl kime yarıyor?